YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI
AVUKATIN SORUMLULUĞU • NEDENSELLİK BAĞI
ÖZET: Tazminat hukukunda sorumluluktan söz edilebilmesi için eylemin yasaya veya sözleşmeye aykırı olması yeterli değildir. Eylem sonucunda bir zararın doğmuş olması ve zararla eylem arasında uygun nedensellik bağının bulunması gerekir.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU E: 2013/1471 K:2015/888 T. T: 04.03.2015
(…Davacılar, davalıyı İnegöl ilçesinde bulunan bir kısım taşınmazların kazanımı için açılacak davalarda vekil tayin ettiğini, ancak davalının bir kısım için hiç dava açmamakla birlikte bir kısım taşınmazlar içinde davayı takipsiz bırakarak açılmamış sayılmasına neden olduğunu, davalar açılsa idi eline geçecek taşınmazların değeri kadar zararı olduğunu beyanla fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak kaydıyla 20.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsili istemiştir.
Davalılar, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, verilen karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1.Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delilerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dava, vekilin görevini yerine getirmemesi neticesinde doğan zararın tazmini talebine ilişkindir. Davacı, davalının bir kısım taşınmazlar için yetkilendirildiği halde hiç dava açmadığını, bir kısmı için ise açtığı davaları takipsiz bıraktığını beyanla bu nedenle doğan zararının * Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 09.11.1977 T. 4-88-835 K. sayılı kararı da aynı doğrultudadır. (Temel Kavramlar Turgut Uyar1980, Ankara) tazminini istemiş, davalı ise bu davaları açmamaktaki amacının müvekkilini korumak olduğunu zira davacıların söz konusu taşınmazlarda mülkiyet hakkına sahip olmadığını, davanın reddini dilemiştir.
Dosya içinde toplanan delillerden davalının üstlendiği görevi iddia olunan ihmali sonucu davacıların zarara uğrayıp uğramadıkları, davalar açılsaydı ve görev ihmal edilmeseydi davacıların elde edecekleri menfaatin tespit edilmeden diğer bir deyişle davacıların bu davaları kazanma şansı bulunup bulunmadığı, davalının ihmali nedeniyle uğranılan zararın tamamı tespit edilmeden sadece davaya konu taşınmazların değerinden hareketle ve bu hususlar gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, vekâlet görevinin gereği gibi yerine getirilmemesi nedeniyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir. Davacı, avukat olan davalıya İnegöl ilçesinde bulunan taşınmazlar ile ilgili davaların açılması için vekâletname verdiğini, davalının söz konusu davaları açtığı yolunda kendisini ikna ederek, defalarca para almasına rağmen davaların bir kısmını açmadığı gibi, açtığı davaları takipsiz bırakarak düşmesine ve zamanaşımı işlemesine neden olduğunu belirterek uğradığı zararlar nedeniyle fazlaya ilişkin talep haklarını saklı tutarak 20.000.00 TL tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı, dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaların gerçek dışı olduğunu, davacının iddia ettiği bir kısım yerlerle ilgili bilgi, belge ve senet ibraz etmediği için mücerret iddialarla dava açılamayacağını, davacının iddia ettiği bir kısım yerle ilgili ise dava açıldığını ve yerin davacının murisine ait olmadığının anlaşılması nedeniyle ret edildiğini ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkeme, davalının aldığı vekâletname gereği bir kısım taşınmazlar hakkında açması gereken davaları hiç açmadığı gibi 1118 ve 1119 parsellere ilişkin olarak açtığı davayı ise takip etmeyerek davanın açılmamış sayılmasına sebebiyet verip davacıları hak kaybına uğrattığı, bu nedenle aleyhine açılan Bursa 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2006/90 E. sayılı dosyasında da “avukatlık görevini kötüye kullanmak suçundan” mahkûm olduğu, davalının avukatlık mesleğinin gerektirdiği biçimde davaları açmaması ve açılan davayı takip etmemesi nedeniyle davacıların uğradıkları hak kaybından sorumlu olacağı gerekçesiyle bilirkişi raporlarında belirtilen taşınmazların değerlerine göre ve taleple bağlı kalınarak 20.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsiline, davacıların fazlaya ilişkin talep haklarının saklı tutulmasına karar vermiş; karar davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıdaki gerekçelerle bozulmuş, mahkemece önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Somut uyuşmazlıkta davacı ile davalı arasında yazılı avukatlık sözleşmesi bulunmamaktadır. Ne var ki; davacı tarafından davalıya 29.05.1996 günlü vekâletnamenin verilmesiyle birlikte, taraflar arasında hukuken geçerli bir vekâlet ilişkisinin kurulmuş olduğu da açık ve çekişmesizdir.
Davalının bir kısım taşınmazlar hakkında açması gereken davaları hiç açmadığı gibi, 1118 ve 1119 parsellere ilişkin olarak açtığı davayı ise takip etmeyerek davanın açılmamış sayılmasına sebebiyet vermek suretiyle, özen ve sadakat borcuna aykırı davrandığı hususu hem yerel mahkemenin hem de Özel Dairenin kabulündedir.
Açıklanan duruma göre Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı avukatın ihmali ile müvekkili davacının uğradığı zarar arasında uygun nedensellik bağı bulunup bulunmadığının saptanması açısından, dava açılmadığı ileri sürülen taşınmazlar ile ilgili davalar açılmış olsaydı elde edilecek menfaatin tespit edilmesinin gerekip gerekmediği, buna göre yerel mahkemece yapılan inceleme ve araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Taraflar arasındaki uyuşmazlık vekâlet sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.
Vekâlet sözleşmesi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 386 ve devam maddelerinde (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu m.502 vd.) düzenlenmiştir. Vekâletin şümulü başlıklı Borçlar Kanunu’nun 388. maddesi “…Vekâlet akdinin şümulü mukavele ile sarahaten tespit edilmemiş ise taalluk eylediği işin mahiyetine göre tayin edilir. Vekâlet, vekilin takabbül eylediği işin yapılması için icap eden hukuki tasarrufları ifa salahiyetini şamildir.
Hususi bir salahiyeti haiz olmadıkça vekil, dava ikame edemez, sulh olamaz, tahkim edemez, kambiyo taahhüdünde bulunamaz, bağışlayamaz, bir gayrimenkulü temlik veya bir hak ile takyit edemez.” Borçlar Kanunu 390. maddesi “vekilin mesuliyeti, umumi surette işçinin mesuliyetine ait hükümlere tabidir. Vekil, müvekkile karşı vekâleti iyi bir suretle ifa ile mükelleftir.
Vekil, başkasını tevkile mesul veya hal icabını kendi yerine ikameye müsait bulunmadıkça müvekkilünbihi kendisi yapmaya mecburdur” düzenlemesini içermektedir. Borçlar Kanunu’nun 388. maddesi ile vekilin üzerine aldığı işin kapsamı ve şümulünün ne olacağı belirtilmiş, Kanun’un 390. maddesi “vekâleti dürüstlükle yerine getirme” başlığı altında vekilin, vekâleti icrada özen ve sadakat göstermesi borcunu düzenlemiş bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi vekilin akdi sorumluluğu olan tazminat mükellefiyeti daha çok onun temel borcu olan dürüstlükle ifa borcundan doğmaktadır. Vekâlet sözleşmesi sonucu itibariyle bir itimat ilişkisi olduğundan vekâlet konusunun yerine getirilmesinde vekile düşen başlıca yüküm, onu özen ve sadakatle ifa etmesidir. Kural olarak meslek sahibi olan kimseler ve bu arada avukatlar, genellikle bilinen ve kabul edilen kural ve usulleri bilmedikleri takdirde sorumlu olurlar.
Avukatın görevi olayları mantıki şekilde değerlendirerek bütün öngörülmesi gerekli şeyleri dikkate almaktır (Süheyl Donay; Hareket Etme Borcu-Batıder-Cilt 5, 1970, sayfa 728 vd.); (Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.2007 tarih 2007/13-198 E. 2007/199 K. sayılı kararı) Vekil üzerine aldığı işi doğruluk kurallarına uygun biçimde özenle yapmalıdır.
Mesleğinin gerektirdiği uzmanlığın bütün gereklerini kullanmalıdır. Buna rağmen sonucu elde edemezse ancak o takdirde sorumluluktan kurtulmuş olur. Örneğin idarenin vekili sıfatıyla (herhangi bir kamu tüzel kişisinin) süresinde açılan bir davayı müracaata bırakarak zamanaşımına uğratması, gerekli başvurmaları savsayarak veya hak düşürücü süreye tabi işlemleri yapmayarak ve nedenleri bildirilmeyen dilekçelerin vergi itiraz komisyonunca esas incelenmeden red olunacağını düşünmeden redde mahkûm, gerekçesiz itiraz dilekçesi yazması ve böylece müvekkilinin fazla veya cezalı vergi ödemesine yol açması; iş kazası sonunda meydana gelen maddi zararın sosyal sigortalardan ödenen veya ödenecek tazminatla karşılanıp karşılanmayacağını araştırmadan ve ters biçimde maddi ve manevi zarar isteğini taşıyan dava açması, temyiz süresini geçirdikten sonra temyiz yoluna başvurması veya hiç başvurmaması, olayların akışına ve gerçekleşme biçimine göre kusurlu davranıştır (Feridun Müderrisoğlu; Avukatlıkta Vekâlet ve Ücret Sözleşmesi ve İçtihatlar, 1974 baskı, sayfa 54).
İsviçre Mahkeme içtihatlarına göre, bir avukat mesleki içtihat dergilerinde çıkan yeni kararları izlememesinden, başka yerde olması (örneğin hastanede bulunması), bürosunun iyi örgütlenmemiş olması, yardımcılarının ihmali veya dava süresini korumak için başvurduğu yolun yeterli olmadığını kestiremeyip ihtiyatsızca vakit geçirmesi nedeniyle kanuni mehilleri kaçırması yüzünden sorumludur.
Buna karşılık, avukat takdir ve yoruma bağlı sorunlardaki savunulabilir hukuki görüş tarzından, davanın yürütülmesindeki taktik ve psikolojik yanılgılarından, ayrıca dosyayı iyi bilmemek ve dosyadaki hususları göz önüne almamak gibi bir kusuru olmadıkça sorumlu tutulmamalıdır (Haluk Tandoğan; Borçlar Hukuk Özel Borç İlişkileri, 1987 baskı, Cilt 2, sayfa 412-413).
Vekâlet sözleşmesinin hizmetle ilgili diğer sözleşmelere oranla, çok daha sıkı bir şekilde karşılıklı güvene dayalı olduğu öğreti ve uygulamada ittifakla benimsenmektedir. Somut olayda, davalının, 1118 ve 1119 parsellere ilişkin olarak açtığı davayı takip etmemesi nedeniyle HUMK’ nun 409. maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu nedenle aleyhine “avukatlık görevini kötüye kullandığı” ve açılmayan davalar nedeniyle aynı eylemi birden fazla işlediği gerekçesiyle hakkında 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 231 ve 80 maddesinin uygulanması iddiasıyla açılan ceza davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına karar verildiği, ayrıca davalı tarafından 251 parsele ilişkin açılan tapu iptal ve tescil davasında İnegöl Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1997/45 E. 1999/536 K sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği dosya içerisinde bulunan karar örneğinden anlaşılmaktadır.
Öte yandan davalı taraf cevap dilekçesinde, davacının iddia ettiği yerlerle ilgili bilgi, belge ve senet ibraz etmediğini, mücerret iddialarla dava açılamayacağını zira davacının iddia ettiği yerle ilgili dava açıldığını ve yerin davacının murisine ait olmadığının ortaya çıktığını savunmuştur. Buna karşılık, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda 251 nolu parsel içinde hesaplama yapıldığı görülmektedir.
Tazminat hukukunda sorumluluktan söz edilebilmesi için, sadece eylemin yasaya veya sözleşmeye aykırı olması yeterli değildir; eylem sonucunda bir zararın doğmuş olması ve zararla eylem arasında uygun nedensellik bağının bulunması da gerekir. Zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağının bulunup bulunmadığı hususu, her somut olayın kendine özgü yapısı içerisinde bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır (Hukuk Genel Kurulu’nun 03.10.2007 tarih ve 2007/13-642 E. 2007/704 K. sayılı kararı). Bu durumda yerel mahkemece yapılması gereken iş; İnegöl Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1997/45 E. 1999/536 K. sayılı dosyası, Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/390 E. 2008/409 K. sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamında yer alan delillerden davalının üstlendiği görevi iddia olunan ihmali sonucu davacıların zarara uğrayıp uğramadıkları, davalar açılsaydı ve görev ihmal edilmeseydi davacıların elde edecekleri menfaatin tespit edilip, davacıların bu davaları kazanma şansı bulunup bulunmadığı ve davalının ihmali nedeniyle uğranılan zararın tamamı tespit edilerek, davacının eylemi ile zarar arasında nedensellik bağı bulunup bulunmadığı saptanıp ortaya çıkacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermektir.
Yerel mahkemenin açıklanan şekilde bir araştırma ve değerlendirme yapmaksızın, davalının ihmali davranışı ile davacının zararı arasında nedensellik bağı bulunduğunu peşinen kabul etmek suretiyle hüküm kurması ve eksik incelemeye dayalı olarak direnme kararı verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, vekilin vekâlet görevini yerine getirmekle yükümlü olduğu ve bu yükümlülüğü yerine getirmemenin tek başına sorumluluk için yeterli olacağı belirtilerek kararın onanması yönünde görüş bildirilmiş ise de, bu görüş çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.
O halde Özel Daire bozma ilamında ve yukarıdaki belirtilen ilave gerekçelerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararın bozulması gerekir.
SONUÇ:
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen ilave gerekçe ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 04.03.2015 gününde oyçokluğuyla karar verildi.